Varoluşsal Komedi-DRUK

Druk- Another Round- Körkütük… Artık filme nasıl seslenmek isterseniz. 

Dans ederek sözlere başlamak istiyorum ☺ Filmi izleyenler neden böyle söylediğimi hemen anlamıştır. Bazı filmler vardır: Kendimizi filme bir o kadar yakın hissederiz ki adeta onunla bütünleşiriz ve genellikle de bu yüzden ‘’En çok hangi filmi seviyorsun?’’ sorusunu duyduğumuzda da o filmlerden bahsederiz. 

Gelelim bugünkü varoluşsal komedimize… Danimarka sinemasının önemli isimlerinden ve Dogma 95 akımının öncü yönetmenlerinden biri olan Thomas Vinterberg, 2020 yılında ‘Druk’ isimli filmiyle izleyicilerin ve sinema dünyasının beğenisini kazandı.Oyuncu seçimlerinde de başarılı olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Jagten(2012) filminden hatırlayacağımız gibi  tabii ki Madd Mikkelsen rol alıyor. Eşlik edenler arasında Magnus Millang, Maria Bonnevie, Thomas Bo Larsen yer almaktadır.

Druk filmi, filozof Kierkegaard’ın: “Gençlik nedir? Bir rüya. Aşk nedir? O rüyada gördüğün şey” meselesiyle bizlere göz kırpıyor. Danimarka’da bir kasaba okulunda öğretmenlik yapan kırklı yaşlarında dört öğretmen arkadaşın yaşadıkları üzerinden, ülkedeki alkolizm eğilimini buruk bir mizahla ele alıyor. Bu meseleden sonra Martin’in (Mads Mikkelsen) mesleğine, evliliğine ve kısacası hayatına dair enerjisini kaybetmiş anlarına tanıklık ediyoruz. Martin o bahsi geçen rüyadan uyanmış ve dolayısıyla rüyada gördüğü aşkı da artık hissedemez bir vaziyettedir. Hatta Martin enerjisini ve ilgisini o kadar kaybetmiştir ki Martin’in bu hâli, Sartre’ın bulantı olarak tanımladığı bir varoluşsal anlamsızlık dönemi gibidir. Bu dönem kişinin, kendisini manasız ve beyhude bir akışa bıraktığı, bir yandan varlığın ağırlığını omuzlarında hissettiği ama diğer yandan da bu varlığın bir saçmalık olduğunu düşündüğü bir varoluş sıkıntısıdır. Bulantı, bu varoluş süreci ile başlar. İnsan tüm yaşamı süresince sorumluluk duygusundan yoksun olamayacağı için bulantıdan kurtulamaz. İnsan, tıpkı Martin gibi hayatı boyunca kendini yaratma çabasına girerek çeşitli eylemlerde bulunur ve bu bulantıdan kaçmaya çalışır. 

Doğum günü kutlamasında bir araya gelen dört öğretmen, Finn Skårderud adlı bir psikiyatristin alkolle ilgili bir teorisinden hareketle bir deneye girişirler. Bu teori, insanların kanlarında %0,05 oranında alkolün eksik olduğunu ve bu eksikliği gün boyunca kontrollü alkol tüketimiyle kapatırlarsa, mutluluğa ulaşacaklarını, kendilerini istedikleri şekilde gerçekleştirebileceklerini savunur. Bir şekilde hayatlarından memnun olmayan bu dört erkek, teoriyi kanıtlamak için her gün belirtilen oranda alkol tüketmeye karar verirler.

Dört arkadaş teorinin gerçekliğini “bilimsel” bir yaklaşımla incelemeye karar verir. Başlarda Skårderud haklıymış gibi görünür; Martin, öğrencileri ve ailesiyle yeniden sağlam bir iletişim kurmaya başlar, Tommy’nin koçluk yaptığı çocuk futbol takımı başarıdan başarıya koşmaya başlar. Ancak, devamlı içkili olunca, toplumsal incelemeyle, kendini aksine inandırarak alkol bağımlılığına doğru bir ilerleyiş söz konusudur. Dozajın artmasıyla olaylar çığırından çıkmaya başlar ve durum ne ailelerden ne de okul yönetiminden gizlenemeyecek boyutlara erişir. Her biri deneyin getirdiği sorunlara farklı yöntemlerle başa çıkmaya çalışır.

Eşiyle olan ilişkisi de monoton bir vaziyette ilerleyen Martin, yemeğe çıktığı arkadaşları Tommy, Nikolaj ve Peter ile alkol deneyi yapmaya karar verdiğinde, bu insanların her birinin aslında kendileri ile ilgili sorunları olduğunu görürüz. Yönetmen Vinterberg, ‘Alkol bu sorunların üzerini geçici olarak örtecek bir perde midir yoksa gerçekten işe yarayan bir yardımcı etken midir?’ sorusunun cevabından ziyade sadece ortaya çıkan duygu durumlarını gözlemleyerek bizlere sunuyordur.

Yüzeysel bir yaklaşımla Körkütük bir sarhoşluk filmi olarak değerlendirirsek, aslında alkolün, insanın içindeki, kendiyle verdiği savaşı sona erdiren, daha basit tabirle sorunlarıyla başa çıkmasına yardımcı olan bir yönüyle izliyoruz. Karakterlerimizin her birinin çeşitli içsel savaşları, arzuları var ve bu gerginliği azaltan etmen alkol olarak seçilmiş. Film tam da bu içsel sorunları konu edinen yönüyle derinlik kazanıyor. İstediklerini elde edememiş dört lise öğretmeninin, alkol tüketimiyle beraber değişen hayatlarını konu ediniyor.

Film, bir orta yaş krizi gibi görünse de aslında onun ötesinde bir şeyden bahseder. Kayıp gençliklerinin peşinden gidişlerinden ziyade daha çok kendi hallerini tedavi için uğraşan insanların mutlu olma çabalarını izleriz. Kapanış sekansı, Martin kendisini bir dansçı olarak görmese de bu durumun güzel ve mutlu bir şekilde dans etmesine engel olmadığını fark etmesi ile biter. Tıpkı şamanların iyileştirici ritüelleri gibi o da kendi iyileştirici ritüelini keşfeder. Aslında mükemmel olma çabasından, tanrısallaşma arzusundan vazgeçer ve kendi varlığı ile yüzleşir. Sonunda olumsuz deneyimler yaşasa da sıradanlığın zehrini kusmuş ve tekrar hayata dönmüş bir Martin’i izleriz. Bu muhteşem dans ile final yapan film, Kierkegaard’ı haklı çıkarır. Dans etmenin büyüsü ve hareketin iyileştirici gücüne hep birlikte şahit oluruz.

“Başıma harika bir şey geldi. Göğün yedi kat yukarılarına çekildim. Tanrılar orda saf saf dizilip oturuyorlardı. Ne dilersin dedi Merkür, gençlik mi? Güzellik mi? Güç mü? Uzun ömür mü? Yoksa sandığımızda bulunan öteki nimetlerden birini mi? Sadece bir tanesini seçeceksin ama. Bir an şaşırdım kaldım. Sonra tanrılara şu şekilde hitap ettim; çok saygıdeğer çağdaşlar, dileğim tek şudur ki; kahkaha hep benden yana olsun.”(Kierkegaard)         

Scarlet Pleasure- What A Life şarkısında dans ederek, kahkaha hep bizden yana olsun!

Hoşça kalın…

Yayınlama: 02.01.2023
Düzenleme: 02.01.2023 11:56
A+
A-
Bir Yorum Yazın
Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.